SANDIK (Fasl-ı Muhabbet)

Tarih sayfalarında, silinmeyen izi var;
İki nefes ömrümüz, bize yetecek sandık.
Nakışlarla süslenmiş çiçek gibi yüzü var;
Deruni hülyalara, bizi itecek sandık.

Hakikat sırlarını, açılınca aklayan;
Ucu yanık mektupla, anıları saklayan;
Nakışları derleyip, uykularda yoklayan;
Tozlanmış köşelerde, sessiz yatacak sandık.

Cevizden gözdesini, nakış nakış işledik;
Gönülleri bir edip, ne hayaller düşledik;
Ağustoslar yaşadık, zemheride kışladık;
Açınca kapağını, çeyiz kokacak sandık.

Derinlik manasında, sevmez onu bilmeyen;
Kıymetini ne bilsin, köşesinde bulmayan;
Şu geçici dünyada, var mı acep ölmeyen;
Ana gibi yar gibi, şurda tütecek sandık.

Ayrılık çekmeyenler, sandık nedir bilemez;
Ne kader istese de, o gerçeği göremez;
Ciğerleri yanmayan, vuslatına eremez;
Yoklukları varlığı, alıp katacak sandık.

Gözlerden yaşlar ile, süzülendir ayrılık;
Hakkımızda kaderdir, yazılandır ayrılık;
Gurbetin yollarını, gözleyendir ayrılık;
Fani olan bedeni, bir gün yutacak sandık.

Mecnun’un Leyla’sını, aradığı çöllerde;
Bülbüllerin seherde, şakıdığı güllerde;
Yılanı deliğinden, çıkaran o dillerde;
Vuslatına erince, dertler bitecek sandık.

Yörük beyim gerçekler, hafızalardan gitmez;
Sandığı anlatmaya, insanın ömrü yetmez;
Emanet edileni, çürüse de kaybetmez;
Verdiği her sözü, mertçe tutacak sandık.


Similar Posts