Kimlik ve İdeoloji-2
Kimlik ve ideoloji_öncekinden devamla
Yazımızda “Osmanlı Devleti” yerine “Devlet-i ‘Aliyye” kavramını kullandık. Bu konuda aşağıdaki bilgileri vermek yerine olacaktır:
Devlet-i ‘Aliyye, XVI. Yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlı Devleti anlamında kullanılmağa başlanmışsa da uluslararası antlaşmalarda henüz Osmanlı adına rastlamayız. Örneğin 1699 Karlofça Antlaşkası’nda “Devlet-i Aliyye-i edebpeyvend” tabiri kullanılmıştır.
Genelde kullanılan kavramlar şunlardır: “devlet-i aliyye-i Osmâniyye”, “devlet-i Osmâniyye”, “devlet-i kâhire-i sultânî”, “devlet-i aliyye-i ebedpeyvend”, “devlet-i pâdişahî”. [1]
4 Şubat 1863 tarihinde bir fermanla kurulan bankanın adında ilk kez Osmanlı sözcüğünü görüyoruz: “Osmanlı Bankası”. Elbette bu bankanın yabancı sermayeli bir banka olduğunu da unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla buradaki “Osmanlı” adı, Osmanlı sultanlarının değil, Batı dünyasının kullandığı bir addır. [2]
Günümüzde, bizler Osmanlı Devleti olarak kullansak da aslında bu kavram tarihsel açıdan hatalıdır.
**
Bir önceki yazımızda ülkemizde temel iki sorun olduğunu, bunların “kimlik” ve “ideoloji (töre)” sorunları olduğunu belirtmiştik. Kimlik ve töre sorunlarının İstanbul’un fethi ile başladığını vurgulamıştık. Devlet-i ‘Aliyye’de fetihle birlikte yalnızca Bizans’ı değil, aynı zamanda çok katmanlı bir yapıyı devralmış ve bu yapı içinde Türk unsuru, giderek neredeyse ikinci sınıf tebaaya dönüşmüştür.
Devlet-i ‘Aliyye’de Türk kimliğinin en ağır darbeyi Yavuz Selim iktidarında yaşandığını görmekteyiz. Selim’in doğuya yönelişi ve Şah İsmail ile giriştiği savaş, yalnızca bir mezhep savaşı değil, aynı zamanda bir iktidar ve ekonomik egemenlik savaşıydı. Bu süreçte Anadolu Türkleri, Devlet-i ‘Aliyye’nin merkezi Saray’a duyduğu aidiyeti sorgulamağa başlamış; devletin gözünde potansiyel bir tehdit haline gelmiştir.
Anadolu Türklüğü bu dönemde daha çok aşağılandıkları bir sürece girmiştir. Bir yanda Osmanlı’nın saray merkezli hanedan düzeni, öte yanda dışlanmış ve çoğu zaman bastırılmış Anadolu Türk’ü. Şah İsmail’in Anadolu’da bulduğu destek tesadüf değildir; çünkü o, Osmanlı’dan daha Türk görünmekteydi. Bu destek, Anadolu Türklüğü’nün ikinci kez sistem dışına itilmesine neden olmuştur.
Devlet-i ‘Aliyye’de Türklerin dışlanmışlığı Tanzimat Fermanı ile kurumsallaşmıştır. Batı’nın dayatışıyla ilân edilen Tanzimat, görünüşte eşitlik ve reform vaadi taşısa da Türk halkı için bu bir eşitlik değil, aşağılanış ve geri plana itiliş anlamı taşıyordu.
Tanzimat ile birlikte gayrimüslim tebaanın halkları genişletilmiş, Türk köylüsü ise hâlâ vergisini ödeyen, askerlik yapan ama devlet yönetiminde söz hakkı olmayan “taşradaki marabası” konumunda kalmıştır.
Tanzimat bu yönüyle adeta bir “Türkün ölüm fermanı” olmuştur!
Bu noktada Tanzimat’ın iki maddesi dikkat çekicidir: “Ana dilde eğitim hakkı” ve “Halkların kardeşliği”. Bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yeniden ve yoğun biçimde tartışılan bu kavramların geçmişte ortaya çıkmış olduğunu ibretle görmekteyiz.
Türk düşmanlarının aynı söylemleri yeniden dolaşıma sokulduğunu görüyoruz.
Devletin kurucu unsuru olan Türk Ulusu hem eğitimde hem kültürel politikada hem de anayasal düzenin tanımında adım adım etkisizleştirilmeğe çalışılmaktadır. Ana dilde eğitim gibi konular üzerinden, etnik kimlik temelli siyaset güç kazanmakta, “Türklük” büyük bir saldırı altında kalmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti, Türk milletinin bin yıllık tarihsel yürüyüşünün son halkasıdır. Ancak bu halka, içini boşaltmak isteyen ideolojik akımlar, etnik siyaset mühendislikleri ve kimliksizleştirmek projeleriyle karşı karşıyadır. Bugün verilen mücadele sadece ekonomik veya diplomatik bir mücadele değildir; esas mesele, Türk milletinin kendi devletine yeniden sahip çıkmak mücadelesidir.
Haluk H. Ongar
(Sürecek)
[1] Zübde-i Vekayiât, s.10,784, 305, 315, 375, 10, 30,85,514,654,662,758 ve Christoph K. Neumann, Cogito, XIX, 1999, s.279
[2] Hammer’in, on ciltlik eserinde (Geschichte des Osmanischen Reiches) ve Edhem Eldem’in “Osmanlı Bankası Banknotları (1863-1914) eserlerinde bu konudaki bilgilere erişebilirsiniz.