Kimlik ve İdeoloji-1
Meşale Dergisi’nin yayın hayatına başladığını öğrendim. Türk dünyasına katkı sunacağına olan inancımla, emeği geçen herkese teşekkür ederim.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu olan Türk Ulusu’nun sistemli bir şekilde dışlandığı, toplumun ise kutuplara ayrıldığı sıkıntılı bir dönemi yaşıyoruz. Elbette bu sıkıntılar yalnızca son yirmi yılın sonucu değildir; ancak bugün, tüm kesimlerini etkileyen ve toplumu keskin kutuplara ayıran kritik bir eşiğe geldiğimiz bir süreçten geçiyoruz.
Türklerin özlerinden kopuşu, tarihsel olarak, Türkistan’da yerleşik düzene geçişle başlamıştır. İlk kopuş noktası Çin kültürünün etkisi olmuştur. Ardından gelen İslâm kültürü, Türk kimliği üzerinde ikinci büyük etkiyi yaratmış, bu etki günümüze kadar sürmüştür. Son ve en yıkıcı kültürel kopuş ise, Tanzimat Fermanı ile yaşanmış, Batı kültürünün saldırısı altında Türk Ulusu öz değerlerinden giderek daha da uzaklaşmıştır.
23 Nisan 1920 tarihinde başlayan Türk Devrimi, iç Savaş ve İstiklâl Savaşı’nın ardından, Türk Ulusu’na yeniden özüne dönmek imkânı sağlamıştır. Ancak bu süreç, Atatürk’ün öldürülüşüyle birlikte kesintiye uğramış ve yön değiştirmiştir.
1946 yılında başlayan Karşı Devrim süreci, günümüze kadar gelmiş ve hâlâ tüm hızıyla sürmektedir.
Bu süreçte ülkemizin karşı karşıya kaldığı iki temel sorun öne çıkmaktadır: Kimlik ve ideoloji sorunu!
Bu iki temel sorunu irdelemeden ve çözüm önerilerini ortaya koymadan önce tarihsel öyküye göz atmak isteriz.
Devlet-i ‘Aliyye tarih sahnesine çıkıp İstanbul fethedildiği andan itibaren Anadolu’daki Türk toplumunun kolektif kimliği ve ideolojik yönelimi açısından önemli kırılmalara yol açmıştır. 1920-1946 dönemi hariç tutulursa, bu sorunlar günümüze dek süreklilik arz etmiştir.
Türk törelerini “ideoloji” kavramıyla eşdeğer bir anlam düzleminde ele aldığımızda, İstanbul’un fethinden sonra yaşananlar önemli bir dönüm noktasıdır. Fatih Sultan Mehmet’in devletin merkezinde Türk unsuruna sınırlı yer vermek yönündeki tercihi, Türk kimliğinin kamusal alandaki konumunu zayıflatmıştır. İstanbul’un fethinden sonra Anadolu’daki bazı Ermeni gruplar başkent İstanbul’a taşınmışlar ve burada önemli bir nüfus haline gelmişlerdir.
Bu durum, çok kültürlü ama Türk kimliğini geri planda tutan bir devlet yapısının başlangıcını işaret eder.
Bu süreç, özellikle Yavuz Sultan Selim döneminde daha da belirginleşmiştir. Onun İran’a karşı yürüttüğü seferler ve hilafetin Devlet-i ‘Aliyye’ye geçişiyle birlikte, devletin yapısı “ümmet” temelli bir düzleme kaymıştır. Bu, Devlet-i ‘Aliyye’nin bir “ulus-devlet” değil, dini aidiyete dayalı bir “ümmet devleti” hâline gelişine yol açmıştır. Böylece Türk kimliği uzun bir dönem boyunca baskılanmış, geri planda tutulmuştur.
Haluk H. Ongar
(Sürecek)